30 Ocak 2008 Çarşamba

Vaya Con Dios-Nah neh nah




Bundan sonra her çarşamba geçmişin unutulmaz şarkılarından bir tanesi burada olacak.
Umarım siz de burada olursunuz :)

27 Ocak 2008 Pazar

Türkçe Turkcheleşiyor!


Önceleri cep telefonlarının yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan kelime kısaltma alışkanlığına tanık olduk hep birlikte:
“Slm”, “nbr”, “iiyim”, “nslsn”…
Kelimenin tam yazımı için zaman oldukça kısıtlıydı ama dakikalarca mesaj yazma işinden vazgeçilmedi. Bazı çevrelere göre zamansızlığın getirdiği bu mecburiyet neticede özünde Türkçe’ydi; “Dalları olmasa bile ağaç yine ağaçtır(?)” tarzı yaklaşımlarda bulunuldu… Ve kırpıldı kelimeler…
Sonra bu kelime kısaltma alışkanlığı, internet yazışmalarıyla birlikte yerini yabancı kelime kullanma alışkınlığına bıraktı. Yarı Türkçe yarı İngilizce kültür balı cümleler damladı bazı kişilerin ağızlarından ve parmaklarından, öyle ki sinek bellendi aksini savunan diller…
“Evet” kelimesi uzun geldi onun yerine yes yazıldı
“Hayır” kelimesi uzun geldi onun yerine “no” yazıldı
“Tamam” kelimesi uzun geldi onun yerine “ok” yazıldı
“Hoşça kal kelimesi uzun geldi onun yerine byyy” yazıldı…
Yazıldı… Yazıldı…
Son olarak da q "k" nin, w “v” nin , x “ks” nin yerini alıp “yaw”, “sewiyor”, “chilek”, “dish”, “kalems” tarzı kelimeler türetildi. Duygu, düşünce ve birikimlerin paylaşımı için kullanılan Türk Alfabesi, ilkokuldan öğrenilen 29 harf yetmez olmuştu artık zengin kimliklere…
Hepsinden acısı ve vurucusu süregelen bu tutumun “umursamazlık” la bütünleşmesiydi.
Evet Sevgili “Biri”leri!
Büyük Türk Milleti’nin Türkçe’sidir pervasızca yozlaştırılan…
Geçmişin birikimleriyle zenginleşen Türk Kültürü’nün yarınlara eksilişidir bütün bu söylediklerim…
Herkes “Sivrisinek saz”dan “davul zurna az”a payına düşeni kabul eder umarım…
Ötesi iğneli ve çuvaldızlı sorumluluk zaten…

(Atasözünün tamamı: Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az.)

20 Ocak 2008 Pazar

Şiirlerim-Algecem

Bazen
Rüyalar da yenik düşer sabaha
Gizlenecek kuytular ararsın;
Bulamazsın...

Ne bir lokma
Ne bir nefes doyurur
Açlığını
Cama vuran
Güneş bile yabancıdır artık...
Evin her köşesinde
Bir mevsim;
Baharı beğenmezsin
Hala gülümserken resmi,
Yastığın kıvrımında
Kış gibidir yokluğu...
Birşeyler fısıldarsın
Onun şarkısıdır...

Nereden çıktı bu rüzgâr
Nereye savruluyor saatler
...
Düşünmesi bile yorar kollarını

Her telefonun çalışında
İpi kopan boncuklar gibi
Dağılır yüreğin
Sonra birer birer toplarsın
Parçalarını,
Ağlamaklı konuşursun arayanlarla...
O’nu düşündükçe
İçini kemirir ıstırap böcekleri
Yeniden alev alır
Küllenen geçmiş
İki uç arasında
Gidip gelir kaderin
......

Ve rüyalar
Tekrar yenik düşer sabaha
Gizlenecek kuytular ararsın,
Bulamazsın...

Aslı - 17-04-2004 / 120

14 Ocak 2008 Pazartesi

Seçtiklerim






Efendim bu suda doğummuş... Ben çok güldüm, sizlerle de paylaşmak istedim :)


Sağ- sol beyin çatışmasının yaşandığı bir örnek... Kelimeleri değil renkleri söyleyin...
Beynimizin sağ bölümü renkleri söylemeye çalışırken sol bölümü kelimeleri söylemekte ısrar edecektir. Kolay gelsin :)


6 Ocak 2008 Pazar

Elimdeki İnciler


“18, 20, 30, 55… Ne zaman başladığını kestiremediğim belli sayılara karşılık gelen yaşları hayal etmek alışkanlığı sadece bana mı özgü acaba?
Yaş 18… Ergen bedenlerin milattan sonrası. Olgunlaşıp özgürleştiğine inanılan kimliklerin herkese ilan edildiği, yıllarca bekletilen yaşanmamışlıkların aceleyle hayata geçirilmeye çalışıldığı dönem. (Bense kendi çapımda o yılı ölümsüzleştirmek için 18 maddelik bir yazı hazırlayıp odamın kapısına asmıştım :) )
Yaş 20... Var olan ve hayal edilenlerle hüzünlü-mutlu, kimi zaman olgun kimi zaman çocukça, bazen durgun bazen anı anına uymadan geçen günler… (Bu sefer elimde onlarca şiir ve 18+2 ilaveli maddeleriyle “hayat” ın bendeki anlamları.)
Ve 2008…
3. sıradaki merakımı öğreneceğim dönem…”

Bu hafta ilkini 18 ikincisini 20. yaşımda yazdığım hayata bakışımı özetleyen maddelerimi sizlerle paylaşmak istedim. Fakat seneler önce kaleme aldığım 20 maddeden oluşan yazımın tamamını bütün aramalarıma rağmen bulamadım. Ki şeytan aldı götürdü esprisindeki “satamadan getirdi” ifadesinin eksikliği içimi fena halde burkmakta şuan. Biraz sonra yazacaklarım ise üniversite arkadaşlarımın hemen hatırlayacağı “ruh aynam” olarak gördüğüm kırmızı ajandamın sayfalarında kayıtlı olan (neyse ki) 20. yıl incilerimdir.
Hayatımda iz bırakmış noktaları ve yeni eklemeleriyle cümleciklerimin devamını bir aksilik olmazsa 30. doğum günümde sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Şimdi huzurlarınızda “kalan sağlar bizim” maddeleri efendim…

***
Hayat uçsuz bucaksız bir yol…
Gelecekse geçmişin doğurup büyüttüğü…
Ki mazisinden ders almayanlar
Nasıl düşünebilir yarınlara ulaşmayı?
Düşünmek adım atmak gibidir, cahillikse felç
Kim büyümüş düşe kalka ayakta durmayı öğrenmeden?

Geceler rüyalarla süslenmiyorsa
Ve pişmanlıklar sarıyorsa dört bir yanımızı
Geç kalışımız bugünleredir;
Ya yarınlar...
Umutla yürümedikçe
Başarı hangi köşe başında karşılamaz ki bizi…

Haykırmak istersen en kalabalık sokaklarda; boşver
Deli bilsin seni anlık insanlar…
Coşmadıkça ne anlamı var “ömür” kelimesinin
Sen, sen oldukça öğretmesini bil ismini
Adın kimliğindir, UNUTMA!

Akıl yaşta değil baştadır derler ya
Bilmişim özgürlüğümü,
Sınır tanımam doğru bildiklerimde…
Hatalarımı gördükçe alırım yaşımı yıllardan, büyürüm…
Son karara hakkın varsa eğer özgürsündür, UNUTMA!

Olduğu gibi kabul edebiliyorsan
Yaşamı ve insanları
En cesuru sensindir âlemin…
Değeri seninle bilinir mutluluğun…
Çekilmezliğin ya tek taraflı konuşmandandır
Ya da hakkın’ savunmadan susmandandır…

Hayat umut ve sevgi üzerine oldukça güzeldir, UNUTMA!