2 Aralık 2007 Pazar

Geçmiş zaman olur ki - 1

Ne zaman teknolojik gelişmelerden başım dönse kendimi geçmiş yıllar turunda buluyorum ve turlama zamanı ne kadar uzun olursa o kadar mutlu ve zihnen dinlenmiş hissediyorum. Geçenlerde elime aldığım bilgisayar dergisi beni yine böylesi bir yolculuğa çıkardı. Paylaşayım sizinle…

Ben 80’li yıllar diye tabir edilen zamanı yaşayan şanslı insanlardan biriyim. Şanslıyım diyorum çünkü bana göre yokluk ve varlık kavramlarının birbirine kardeş olduğu son yıllardı o yıllar. Şimdiki zamanda sahip olduğumuz bütün sıradanlıklar o yıllarda birer lükstü bizim için… En basiti şimdilerdeki “LCD” ekran, bilmem kaç “piksel” kavramlı televizyonlar o zamanlar konulduğu yerden kaldırmaya cesaret isteyen davul ekrandan, kanal değiştirme işinin bizzat üzerinden uygulandığı düğmelerden ibaretti. TRT’nin, kesilen yayın akışında ekrana koyduğu tek karelik manzara olayı, gece saat 12 de bayrak töreni ve birçokların hazır ol da İstiklal Marşı’na eşlik edişi, yayının bitmesiyle birlikte kulakları tırmalayan tiz bir sesin duyulması bu işin ayrıntılarıydı sadece. Sonra neler mi vardı o yıllarda haydi, beraber turlayalım…

Mesela o zamanlar ödediğimiz vergilerin bize yol, su, elektrik olarak geri döneceğinin anlatıldığı fiş almaya teşvik edici reklâmlar vardı. Ayşegül ve Ali Atik’in oynadığı bir alışveriş bir fiş; "Bakkal amca bakkal amca bana bir kalem bir pergel bir de çikolata verir misin?" diyen Eroool’un unutulmaz skeçleri… - O yılları yaşayanlar eminim daha birçok program ismi hatırlayacaktır- Özal’ın dolma kalemini gözümüze batırır gibi anlattığı İcraatın İçinden klasiği, S. Cumhur Önal’ın Müzik Yelpazesi, Adile Naşit’li Uykudan Önce, Bu Toprağın Sesi, Taş Plaktan Bugüne, Bir Başka Gece, Pazar Konseri, Susam Sokağı programları… Altın Kızlar, Mavi Ay, Webster, Kara Şimşek, Ziyaretçiler dizileri… Clementine, Çiçek Kız Lulu, Kalimero, Hayalet Avcıları çizgi filmleri… O yıllarda televizyon sahiplerinin lüksü sayılan “VHS” “BETA” videolar ve onların 400 sayfalık kitap kalınlığındaki kasetleri… Televizyon konserlerini altındaki kareleri bantlanarak kapatılmış kasetlere çekme ve o arada odaya girenleri telaşla parmak-dudak işaretiyle susturma durumları…

Süpürme amaçlı gırgırlar, şanzımanlı çamaşır makineleri, üstten çevirmeli telefonlar zamanaşımından kurtulamayan aklıma gelmiş diğer emektarlar… Velhasıl bu liste böyle uzayıp gider.Aslında yazacak o kadar çok konu başlığı var ki… Tek cümleyle de geçiştirmek istemiyorum. Sanırım en makulü, o yıllarda yaşayıp da unutamadığım reklâm anımla bu haftaki yazıma nokta koymak ve aklıma düşenleri haftaya sizlerle paylaşmak olacak…

Efendim; hayal gücümün zirve yaptığı dönemlerde bulaşık deterjanları plastik kâselerin içinde satışa sunulurdu. Bahsedeceğim o parmak çalacak kadar koyu kıvamlı jelin, kapağını açınca içinden yeşil bir ışık huzmesinin yukarıya yükseldiği reklâm filmi oynardı televizyonda. Reklâm anonsu da “Yakalayın yeşil ışığı, hesaplı parlak bulaşığı”ydı, izleyenler hatırlar. Bir gün annem alışveriş esnasında ısrarlarıma dayanamayarak bu deterjandan bir kutu almak zorunda kalmıştı. [Çocukların deterjan merakı o yaşlarda ortaya çıkıyor ne de olsa, ses çıkarmaması bundan sanırım :)] Eve geldiğimiz gibi ben hemen poşetlerin içinden kâseyi bulup tezgâhın üzerine koymuştum. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Niyetim kapağın kenarını dikkatlice aralayıp yeşil ışığı bir tarafa kaçırmadan biraz görebilmekti. Tabi kapağı açtıkça ortaya çıkan yeşil ışık falan değil sadece koyu kıvamlı, şeffaf, “yeşil” jel olmuştu. Bu nasıl bir hayal kırıklığıdır tarif edemem size, daha o yaşta bütün kaynar sular başımdan aşağı dökülmüştü… Bu niye benim başıma gelmişti sanki. Onca kâse içinden neden ışığı kaçmış deterjanı almıştım ki raftan…

8 yorum:

mavimantar dedi ki...

Alemsin Aslı :D ,
Gidip bozuk deterjanı almışsın.Bak aklıma geldi bir de Jil çorapları vardı."Atın,atın.Eskimiş çoraplarınızı atın.Jil geliyorrr."sloganıyla.Peki sen "Yak şu kaloriferi kapıcı,donuyuruzzz"u anımsıyor musun?İzocam reklamını.Bir de "Elmor" vardı.Gerçi bu söylediklerim '80 lerden öncesi 75'ler ve sonrası.Yani ben biraz daha gerilerden geliyorum.Ama 80'lere ilişkin öyle bir anım var ki,,,12 Eylül sabahı babam gelip "kalk kızım, devrim oldu" dediğin de "ne devrimi baba ya?Devrim olsa benim haberim olurdu" deyip,sonra da "nee? ne olmuş- nasıl olmuş?" diye fırlamam...Babamınki de laf işte; o zaman ihtilal falan pek kullanılmadığından devrim demiş.Şimdi işte böyle yüzümde acı bir gülümsemeyle anımsıyorum.
Eh Aslı , bak beni nerelere götürdün?
Hadi bakalım ,aklına düşenler için bizi fazla bekletme olur mu?
Sevgiler...

Aslı dedi ki...

Hoşgeldin Mavi Mantar; çocuk aklıyla yaşadığım olay beni şuan gülümseten bir anı ama o yaşta gerçekten böyle bir şey olacağına inanmış olmam üzerinde durulması gereken nokta. Yani artık televizyonlarda izlediğimiz programlar içerik olarak çocuklara ne veriyor? Kaç çocuk ileriki yaşlarında anlatabileceği böylesine hayal gücü içeren, düşündüren olay yaşıyor ki… Hoş benimkisinin savunulur bir yanı yok ama hayal hayaldir öyle değil mi : ) Yazdığın reklâmlardan sadece İzocam’ı hatırlıyorum, çorap markası istersen “Müjde müjde size Parizyen’den müjde size”yi örnek verebilirim yakın dönemler ne de olsa :) Kendi hayat hikâyenden küçük bir bölümü bizlerle paylaştığın için ayrıca teşekkür ediyorum. İçimizdeki çocuğun hiç büyümemesi umuduyla…

etki alanı dedi ki...

Yaşın o kadar genç olmasına rağmen nasıl yazarsın böyle benim yaşımdaymış gibi anlamadım.Beni götürdün ya o yıllara.Senin çocuk benim genç olduğum zamanlar...
Olgunluğunu seviyorum senin...
Tütü

Geveze Kalem dedi ki...

Böyle bir konuya eklenti yapmamak mümkün mü? :-D
Mesela çizgifilmlerden 'Uçan Kaz Morton' Mehmet Ali Erbil'in seslendirmesiyle unutulmazlardandır benim için. Ayrıca o Erol tam olarak şöyle der,'bir pergel,bir silgi bir de çikolata alacağım. Kaç lira acabağı?' :-)) O 'acabağı' yıllardır dilimdedir benim, tıpkı Ayşegül Atik'in kesekağıtlarını masaya dökerken kazağının yakasına takılan bir tanesi için, 'Ay bu da buuda kalmış,' demesini unutamadığım gibi. :-
) Bu seriden bir de ışıkları az kullanmakla ilgili olanı vardır; kadın misafir gittiği evdeki ışıkları sırayla söndürerek şöyle der, 'az ışık kadını güzel gösterir.' Meğer yıllarca cayır cayır yanan lambalar altında ucube gibi görünmüşüz de haberimiz yokmuş.:-D

Devamını da sabırsızlıkla bekliyorum.
Sevgiler...

Aslı dedi ki...

Sevgili Tütücüm,
O yılları ucundan yakaladım belki ama günümüze baktıkça böyle anmam o kadar doğal geliyor ki bana… Keşke biraz daha farkına vararak yaşayabilseymişim… Ama asıl önemli olan birşeylere aynı pencereden bakabilmek; bunu da başardığımıza inanıyorum. Yolculuğumda yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederim : )

Aslı dedi ki...

Sevgili Geveze Kalem,
Öncelikle hoş geldiniz, sizi yorum köşesinde görmek mutlu etti beni…
Eğer televizyonun azizliğine uğramamışsak Ayşegül Atik’in kazağı mor ya da fuşya rengiydi. En çok da kuru yemişçi de oyalanmasına Ali Atik’in bakışı ve cevabı güldürmüştü beni: “E kızım sen de hepsine birden fiş alsaydın…”(Apayrı şeylerden bahsettiklerini bilmeyerek : ) ) Erollu reklâmda kalem pergel çikolata üçlemesi vardı diye hatırlıyorum yanılıyor olabilirim tabi bu da küçük bir iddiamız olsun aramızda, ne dersiniz :)

Unknown dedi ki...

hahah yeşil ışığın gerçekten varolduğuna inanan birtek ben değilmişim oh be:) çok video izlerdik hakikaten,şu tipitip sakızının tadı kokusu hep gelir burnuma niye yapmazlarki sanki tekrar. mm birde minti vardı oda pek güzeldi.trt erkenden kapanırdı, sabah ve akşam her istiklal marşı okunduğunda misminicik kardeşimide zorla ayağa dikerdim hadi bakalım hazırola geçiyoruz diye hihi vicdansız:)

Aslı dedi ki...

:)) sen de bendensin yani...