16 Haziran 2008 Pazartesi

30. Yıl Sonrası...

Şöyle bir dönüp ardıma bakıyorum da... Neler yaşamış, neler yaşatmış ve nasıl yaşanmışım diye... Dudağımda küçük ama cesur bir kıpırdamayla ifade edebilirim gelip geçen bütün senelerimi:
“TEBESSÜM”
Her günümün insanlarıydı arkadaşlarım, paylaştıklarım, aşklarım... Bazen radyodaki şarkılarda andım herbirini, bazen ithaf şarkılar yazaraktan... Ama en çok evet en çok “O” gün yoklukları sızlattı yüreğimi
“DOĞUM GÜNÜM”
Belki de bu yüzdendir “Arkadaş” şarkısında gözlerime söz geçiremeyişim... Ve bundandır hep o aynı günde ve o aynı şarkıda ailemi daha çok seviyor oluşum... Sevdiğim herkesi... Hatta sevmediklerimi bile...
Büyüme denen şey bu olsa gerek...

GECE MASALI

Gecenin dibinden
Gelip uzandı yanıma
Yalnızlık
Mıhlanıp kalmıştı gözümde
Odanın beyazı
Lambanın sarısı
Ve O’nun
Sırtını dönüp
Gidişi...

Hala inanmıyordu
Gece
İnanmak istemiyordu benim gibi
Oysa
Uzanıyordu yanımda
İşte
Yalnızlık

İnkar edilmez
Tarif edilemez bir boşluk
Boğuyordu yüreğimi
Susmak da olmuyordu
Biriktikçe kelimeler
Yitiyordu
Sevdiklerim

Geceler sordu
Gündüzler yitirdi
Cevapları
Kayıp bir çocukluk büyüdü
Aman, içinde
Tamam bir olgunluk eksildi
Gitti
Zaman hiç’inde...

(07-01-2006)-215. / 00:48 Cumartesi


19 Mayıs 2008 Pazartesi

19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı

"Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım."
"Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir."
Mustafa Kemal ATATÜRK
19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun!

17 Mayıs 2008 Cumartesi

"Hükümetçilik" "Devletçilik"i Nasıl Öldürdü?

Piyasadaki bazı dergi ve kitaplarda iki resim arasındaki farkı bulun gibi akıl oyunları yeralır hepiniz mutlaka görmüşsünüzdür. Amaç insanların hem eğlenceli vakit geçirmesini sağlamak hem de beyin jimnastiği yapmalarına katkıda bulunmaktır elbet ama aşağıda görmenizi istediğim 2 resim ne eğlendirme amacı taşımakta ne de zihin egzersizi yapmanız için sayfada yerini almış bulunmakta. Bu, anneler gününde birkaç gazetenin ulusal bir markanın reklâmını kendi görüş çerçevesinden insanlara dayatma gerçeğidir:




“Sınavlar ülkesi”nde yaşıyoruz malum ve bendeniz yakamı bu sistemden ne kurtarabildim ne de kısır döngülü umut kapısına tek hamlede arkamı dönebildim. Haziran ayında bizleri bekleyen bir kpss sınavı var. Açılımı ÖSYM’ce Kamu Personeli Seçme Sınavı olarak belirlenmiş ama ben ve benim gibiler kayıtlara geçecek türden çeşitli açılımlar bulmaktayız emin olun.
Şu dönemde sınavın en çarpıcı konuları İnkılâp Tarih’inde yeralıyor bana göre. Dersin her ünitesinde yakın geçmişimize ve bugünümüze ve ne yazık ki (böyle giderse) yarınlarımıza hiç de yabancı olmayacak olayları tekrar ediyorum. Madde madde sizlerle de paylaşmak isterim:

** Osmanlı Devleti zamanında kurulan Düyun-u Umumiye”nin görevi Osmanlı’nın dış borçlarını denetlemekti. Bu kurum varlığı devam ettiği sürece Osmanlı’nın ekonomik ve mali yaşamında etkin bir rol oynamıştır. Peki, şu zamanın IMF’si de benzer bir tablo çizmekte değil midir zaten?

** Atatürk’ün ekonomik alanda yaptığı devrimlerin amacı yabancıların elindeki işletmelerin millileştirilmesiyken şuanda gerçekleşen özelleştirmeleri kısaca gözden geçirmekte fayda var sanırım:
Kuşadası Limanı İsrailli'nin, İzmir Limanı Hong Konglu'nun, İETT Garajı Dubailinin...
Petkim? Ermeni'nin, Rakı Amerikalı'nın, Türkcell’in yarısı Finli'nin Rus'un, araç muayene işi Alman'ın, Başak Sigorta Fransız'ın, Adabank Kuveytli'nin, Avea Lübnanlı'nın, Telsim İngiliz'in, Finansbank Yunanlı'nın... Oyakbank Hollandalı'nın. Denizbank Belçikalı'nın, Türkiye Finans Kuveytli'nin, TEB Fransız'ın, Cbank İsrailli'nin, MNG Bank Lübnanlı'nın, Alternatif Bank Yunanlı'nın, Dışbank Hollandalı'nın, Şekerbank Kazak'ın, Yapı Kredi'nin yarısı İtalyan'ın, , Beymen'in yarısı Amerikalı'nın, Enerjisa'nın yarısı Avusturyalı'nın, Garanti'nin yarısı Amerikalı'nın, Eczacıbaşı İlaç Çek'in, İzocam Fransız'ın, TGRT (Fox Tv adı altında) Amerikalı'nın, Demirdöküm Alman'ın, Döktaş Fransız'ın, Süper FM Kanadalı'nın…
Son olarak özelleşen Samsun ve Bandırma Limanları ve hisseleri satışa sunulan Telekom…
Madenlerimiz, topraklarımız…

** 17 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde alınan bir kararla yabancı sermayeye tekel hakkı tanınmamış, tanınmış olanların bu hakları ellerinden alınmıştır. Günümüzdeki tekel örneklerini, yabancılaşan kurumlarımızla örneklendirmek hiç de zor değil…

** Aşar Vergisi’nin kaldırılmasıyla köylü üzerindeki verginin %40 azaltılması Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan politika iken şimdilerdeki hem vergi çeşitliliği hem de zam değirmeni uygulaması yokedilen çiftçilerimiz üzerine oynanan oyunların gerçekleşen bir hamlesi değil midir?

** Yabancı sermayenin ülkemize gelmesi için yapılan uygulamalar… İthal edilen malların gümrük vergilerindeki oynamalar… (Ki zamanında milli sermayenin büyümesi için her kurum pahallı da olsa yerli malı tüketimine yönlendirilmişken şuan ki durum tam tersi görüntü çizmekte.)

Cumhuriyet’in ilk yıllarında devletçiliğin tanımı: “Devletin ekonomide öncü ve yönlendirici olması, banka ve KİTler kurması, kamulaştırma adına çalışmalar yapması” iken günümüzde özelleştirme adı altında teslimiyetçi bir politika izlemesi, milli sermayesinin küçülmesine yol açacak bütün maddeleri uygulaması, kendi yatırımcısının önünü keserek yabancı sermayenin yerleşmesini sağlaması şeklinde tam aksi istikamette uygulanan hükümet politikasına dönüşmüştür.

Atatürk bir konuşmasında “Bugünkü savaşlarımızın gayesi tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığımızın tamlığı ise ancak mali bağımsızlık ile mümkündür.” diyerek çalışmalarının çizgisini dile getirmiştir.

Böylesi açık ve net bir sözün getirisini yabancı ulusların alması ve Türk kimliği çatısı altında yaşayan bazı kesimlerin bu gidişata destek vermesi Türkiye’nin şuanki gerçeğini oluşturmakta…

Ve ben bu aşinalığın burukluğuyla devam etmekteyim çalışmaya… Kpss ve hayat için…




23 Nisan 2008 Çarşamba

Bugün 23 Nisan Neşe "Dolmalı" İnsan



Bütün çocuklarımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun. Bugünün öneminden dolayı yarınlarımızın umudu çocuklarımıza çok sevdikleri Barış Abilerinin şarkısını 90'ların çocuğu olan bizlere ise Trt'nin o yıllara ait çocuk korosu çalışmasını hediye etmek istiyorum. Şöyle yandan hafif gülümsemeyle geçmişi hatırlamaya ne dersiniz?

21 Nisan 2008 Pazartesi

Taşınabilir Bellek Modelleri

Geçenlerde yazdığım şiirleri ve çektiğim fotoğrafları daha güvenli şekilde saklamak için "Flaş(sh) Bellek" denilen "Bilgi saklama kartuşu" ndan aldım. (Daha Türkçe bir tanım uyduramadım aklımdan :)) Aldığım ürün ünlü bir markanın oldukça sade bir tasarımı. Alırken sadece işlevinin önemini kendi kendime vurgulayan bendeniz biraz araştırma yapınca aslında görselliğinde önemli olabileceğini düşünmeye başladım. En basit örneklerini sizlerle paylaşmak istiyorum tabiiki favorimin şarap şişesi olduğunu belirterekten... Alırken acele mi ettim acaba?





16 Nisan 2008 Çarşamba

Roxette-Listen Your Heart



Grubun dinlenmesi gereken diğer şarkısı "Its must have been love". Nice zaman onlara ait olduğunu bilmeden beğenmişim kendisini. Dinlemek için burayı tıklayabilirsiniz

13 Nisan 2008 Pazar

Şiirlerim-Mevsim Eylül



Uykuya yaslanmış öylece bekliyor yalnızlığım,
Senin yalnızlığın da bekledi mi hiç
Bir sesi
Bir canı
Bir hâyali...
Bekledi mi zamansız?

Yağmura yakalanmış kedi misali
Gözyaşlarınla kaldın mı
Gecenin ortasında?
Saatler sımsıkı tutunmuşken imkânsıza,
Boğazına bir el yapışırcasına
Nefes alamadığın oldu mu hiç...

Yatağında dönecek yön kalmadığında
Yüreğini ezdiğin oldu mu
Gözyaşı değirmeninde?
Çarşafa bulaşan soğuk terine
Veda etmek istedin mi hiç ansızın...

Kadehlerden taşacak kadar içmek
Ve bir gülümsemeye
Yetmeyecek kadar
Düşlemek
...

Hayalini yarım bırakıp
Aç kalktın mı hayat sofrasından?
Dudağına akmış aşk kanını
Öpesin geldi mi
Özlemle?
Çocukluğundan vazgeçip
Kocaman adam olmayı unuttuğun
Oldu mu hiç senin...

Göğsünü izledin mi her iniş kalkışında
Başı tam burada olmalıydı dediğin?
Saçından gelen buram buram
Kokusunu
Bilememeyi yaşadın mı?
Ya da hiç bilmemiş olmayı istedin mi
En acısı...

Anı kırıntılarını serçelere döküp
Yalınayak
Uyandın mı hiç uykundan?
Bir rüyayı ardında bırakıp
Yazdığın şiire son noktayı
Koydun mu hiç...

Delice severken....

Aslı-10.09.2005/195.

9 Nisan 2008 Çarşamba

Süper Baba-Oya Küçümen-Yeni Türkü

İlgili aramalar: tv - süper baba 1 -  super -  baba -  dizi -  nostalji


’93 yılında televizyon dünyasındaki yerini alan, unutulmaz müziğiyle hepimizin kalbinde taht kuran aile dizisi… Şevket Altuğ’lu, Sümer Tilmaç’lı, Jülide Kural’lı, Bennu Yıldırım’lı, İhsan Devrim’li; ilerleyen bölümlerinde diziye katılan Kenan Işık’lı, Suna Pekuysal’lı, Şevval Sam’lı zengin oyuncu kadrosu… Ailenin üç çocuğu: Zeynep, Mine ve Alim bizimle büyüdü dersem yeridir. Bölümlerinin İstanbul’un kuytusu olarak düşündüğüm Çengelköy’de çekildiği; sevginin, kardeşliğin, arkadaşlığın, aşkın en güzel ve en yalın biçimde anlatıldığı “Süper Baba” dizi müziği bu haftaki nostalji konuğumuz…
Kliple birlikte birçok sahneyi hatırlayacağınızı garanti ederek sizleri Oya Küçümen’in sesi, Yeni Türkü’nün ezgisiyle başbaşa bırakıyorum…

(Bu klipte dikkatimi çeken Sevinç Erbulak’ın henüz dizi kadrosuna katılmamış olması… Sanırım o zamanlar Fiko’nun büyük kızı olan Zeynep’i Yeliz Tozan canlandırıyordu)

7 Nisan 2008 Pazartesi

Çalışmalarım-2

Demi Moore'un meşhur bir pozu...
10.06.1997 tarihinde
karakalem çalışması olarak
defterimdeki yerini aldı...
*

*

*

*

*

*

*

*

*

*

*

*

* Yukarıda soldaki resim 12.03.1997 tarihindeki karakalem çalışmam...

**Yukarıda sağdaki karakalem resim ise muhtemelen '97 yılının ortalarında çalışmalarıma üç nokta koyduğum iz'dir...

2 Nisan 2008 Çarşamba

Europe-The Final Countdown



Vokal: Joey Tempest
Gitarlar: John Norum - Kee Marcello
Bass: John Leven
Klavye: Gunnar "Mic" Michaeli
Davul: Håkan "Ian" Haugland

1982 de “Force” adıyla kurulan grup, 1986’da çıkardığı“Final Countdown” albümü ile zirveye doğru hızlı bir tırmanış gerçekleştirdi. Öyle ki albümle aynı adı taşıyan şarkıları 26 ülkenin müzik listesinde 1 numaraya kadar yükseldi. Şarkı ayrıca 88 olimpiyat oyunlarında kapanış müziği olarak kullanıldı. Sonrasında çıkardıkları 3 albümle istedikleri başarıyı yakalayamayan İsveçli grup, 92 yılında ayrılma kararı aldı.
“Chery chery lady” ve “Carrie” grubun diğer hit parçaları. O yılların müziğini hatırlamak isteyenler için listeme eklediğim haftanın grubu Europe ve şarkıları The Final Countdown…
Keyifli zaman geçirmeniz dileğiyle :)

30 Mart 2008 Pazar

Çalışmalarım-1

24-12-1996 tarihinde siyah-beyaz bir fotoğraftan ilham alarak yaptığım karakalem çalışması
Fotoğrafın kahramanı ise sevgili annem :)
Doğum günün kutlu olsun, iyi ki varsın...
Canım benim...

18 Mart 2008 Salı

18 Mart Çanakkale Zaferi

"Bayrakları bayrak yapan üzerlerindeki kandır.
Toprak,
uğrunda ölen varsa Vatan'dır."

1m2 ye 6000 merminin düştüğü, insanlığın savaşı yendiği,
bir ulusun kanıyla destan yazdığı yerdir: Çanakkale.

Bütün şehitlerimizin ruhu Şâd olsun...
Çanakkale Şehitlik, Anıt ve Mezarlıkları'nın
ayrıntılı bilgileri için tıklayınız.


16 Mart 2008 Pazar

Şiirlerim-Savaş Sonrası


Savaş sonrasında
Yalnızlığın;
Ateş elinde
Tarih küllenmiş,
Yazılan herşey savrulmuş...
Yağmur ruhunda yavaş
Ve sinsi,
Kan çukurunda boğulmuş
Bir beyaz gül
Öylece...

Bu bir ağıt
Yarın dilinde soğuyacak...
Dönüş yok
Yolu açılmış önünde,
Kalamaz
Sarayı çoktan yakılmış...

"Bin kere ölmüş
Bir kere yaşatılmamış umudun..."
Gidersin
Ardına dönüp bakmaz bile
Gururun...

Aslı-22.09.2005/204.

12 Mart 2008 Çarşamba

White Lion-When The Children Cry



1980’lerin ve 1990’ların önemli hard rock grubu White Lion, Danimarka asıllı vokalist Mike Tramp ve gitarist Vito Bratta tarafından 1983 yılında New York’da kuruldu. 1987 senesinde Atlantic Records ile anlaşan ekip, aynı sene “Pride” isimli albümle Amerika listelerinde 11. sıraya yükseldi. Grup, esas başarısını “When The Children Cry” adlı akustik ballad single’ıyla yakaladı ve listelerde 3 numaraya kadar yükseldi. Bu single ile birlikte albüm 2 milyon kopya sattı, grup aynı sene albümün turnesine çıktı. Sosyal konulara yaklaşımıyla dikkat çeken White Lion, orijinal kadrosuyla olmasa bile 2006 yılının Kasım ve Aralık aylarında turne kapsamında Türkiye’ye gelmişti…

10 Mart 2008 Pazartesi

Biraz Mizah...

Gözüme takılan dudak kıvrımıma yerleşen ayrıntıları sizlerle paylaşmak istedim :) Şu sarı ışık meselesi Türkiye için geçerli olan bir durum değil mi? Ben de diyordum nerden bu aşinalık hissi...







5 Mart 2008 Çarşamba

Alphaville-Big In Japan



80'lerin meşhur yarasa kol kıyafetleri müzik eşliğinde huzurlarınızda efendim...
Ne yazık ki o zamanların bülbül yuvasını aratmayacak kabarıklıktaki saçları bu klipte kullanılmamış. Küçük bir karede yakaladığım tayt ayrıntısı gözüme çarpanlar arasında... Bakalım sizler hangi ayrıntıları hatırlayarak gülümseyeceksiniz :)

27 Şubat 2008 Çarşamba

Özlem tekin-Yar Bana Varmadı



Kırmızı arabadaki delikanlıyı gözünüz bir yerden ısırıyor mu :))
Benim için herdaim taze kalacak şarkı ve kliptir kendileri...

Küçük Bir Hikaye...


Tanrı bir gün meleklerden birisine bir sandık emanet etmiş ve demiş ki:
“Bu sandığı sana emanet ediyorum. Ama sakın ola ki içini açıp bakmayasın…”
“Tamam” deyip sandığı almış melek…
Aradan zaman geçmiş ve meleği müthiş bir merak sarmış “Acaba sandıkta ne var?” diye.
İçi içini kemiriyormuş. Sonun da dayanamamış ve sandığı aralar aralamaz içinden bir sarı güvercin ve bir mavi güvercin uçuvermiş. Melek hemen son hamleyle sandığı kapatmış. Sandığın içinde sadece bir güvercin kalmış…
Melek büyük bir utanma ve pişmanlık yaşarken Tanrı yanına gelmiş ve sandığı sormuş. Melek ise ne yapacağını bilemez durumda kızarıp bozarıyormuş. Sonunda olanları bir bir anlatmış.
Tanrı bunun üzerine şöyle seslenmiş meleğe:
“Kaçırdığın o sarı güvercin, insanoğlu için sonsuza dek yaşamdı, yani ölümsüzlüktü. Kaçırdığın o mavi güvercin, sonsuza dek mutluluk, yani barıştı.”
Bunun üzerine melek:
“Peki” demiş. “Sandığın içindeki beyaz olanı nedir?”
Tanrı cevap vermiş:
“ O da sonsuza dek umuttur.”

20 Şubat 2008 Çarşamba

Sertab Erener-Sakin Ol



Klipteki kadroya bir bakın, kimler yokmuş ki :)

18 Şubat 2008 Pazartesi

Aysel Gürel'i kaybettik...


1928-2008
Firuze, Ünzile, Yalnızca sitem, 1945, Ne kavgam bitti ne sevdam...
Söz yazarı sevgili Aysel Gürel'i kaybettik...
O bizim çılgın kızımızdı...

13 Şubat 2008 Çarşamba

12 Şubat 2008 Salı

14 Şubat


Zamansızlık döngüsünden bir çıkış yolu bulabilirsem eğer
pazar günü yeni yazımla karşınızda olacağım… Ve tabii ki...
Sevdiğinizle birlikte geçireceğiniz nice 14 Şubat’lar diliyorum…
Günleriniz aşk renginde tadında ve sıcağında geçsin,
bir ömür boyu…

6 Şubat 2008 Çarşamba

3 Şubat 2008 Pazar

Şiirlerim-Yara


Bir zaman yaratıldı
Geçmişe düşman
Yarına düşman
Tek nefeslik ömürler
Çiziliyor
Çocuk büyümez ülkeler
...
Vefasızlık yüklenmiş kader
Gülümseten anlar
Yasaklı
Hatırası
Unutulmuş
Analar yaralı
Babalar yaralı
...
Bereketin
Hesabını tutar
Olmuş
Yağmurlar
Gözyaşları sel misali
Dalgasında boğuluyor
Bütün emekler
Bir lokma ekmek
Zehir açlığa
Nefesi gayretin
Sonsuz karanlık
...
Mezarı vatanı
Gurbet yalnızı
Bir selası olmayan
Şehitler
Çiğneniyor
Kimlerce
...
Dört duvar düşünmüş
İçinde
Yüreği güvercin...
Kalemi kırık “Adalet”
Kalmış ardında
Sabah ayazı ve
Darağacında asılı yalnızlığı
Dünya yaralı
Dünyalar yaralı
Yaralıyız
Kanı dişleyen
...
Aslı - 28.01.2005 /151.

30 Ocak 2008 Çarşamba

Vaya Con Dios-Nah neh nah




Bundan sonra her çarşamba geçmişin unutulmaz şarkılarından bir tanesi burada olacak.
Umarım siz de burada olursunuz :)

27 Ocak 2008 Pazar

Türkçe Turkcheleşiyor!


Önceleri cep telefonlarının yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan kelime kısaltma alışkanlığına tanık olduk hep birlikte:
“Slm”, “nbr”, “iiyim”, “nslsn”…
Kelimenin tam yazımı için zaman oldukça kısıtlıydı ama dakikalarca mesaj yazma işinden vazgeçilmedi. Bazı çevrelere göre zamansızlığın getirdiği bu mecburiyet neticede özünde Türkçe’ydi; “Dalları olmasa bile ağaç yine ağaçtır(?)” tarzı yaklaşımlarda bulunuldu… Ve kırpıldı kelimeler…
Sonra bu kelime kısaltma alışkanlığı, internet yazışmalarıyla birlikte yerini yabancı kelime kullanma alışkınlığına bıraktı. Yarı Türkçe yarı İngilizce kültür balı cümleler damladı bazı kişilerin ağızlarından ve parmaklarından, öyle ki sinek bellendi aksini savunan diller…
“Evet” kelimesi uzun geldi onun yerine yes yazıldı
“Hayır” kelimesi uzun geldi onun yerine “no” yazıldı
“Tamam” kelimesi uzun geldi onun yerine “ok” yazıldı
“Hoşça kal kelimesi uzun geldi onun yerine byyy” yazıldı…
Yazıldı… Yazıldı…
Son olarak da q "k" nin, w “v” nin , x “ks” nin yerini alıp “yaw”, “sewiyor”, “chilek”, “dish”, “kalems” tarzı kelimeler türetildi. Duygu, düşünce ve birikimlerin paylaşımı için kullanılan Türk Alfabesi, ilkokuldan öğrenilen 29 harf yetmez olmuştu artık zengin kimliklere…
Hepsinden acısı ve vurucusu süregelen bu tutumun “umursamazlık” la bütünleşmesiydi.
Evet Sevgili “Biri”leri!
Büyük Türk Milleti’nin Türkçe’sidir pervasızca yozlaştırılan…
Geçmişin birikimleriyle zenginleşen Türk Kültürü’nün yarınlara eksilişidir bütün bu söylediklerim…
Herkes “Sivrisinek saz”dan “davul zurna az”a payına düşeni kabul eder umarım…
Ötesi iğneli ve çuvaldızlı sorumluluk zaten…

(Atasözünün tamamı: Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az.)

20 Ocak 2008 Pazar

Şiirlerim-Algecem

Bazen
Rüyalar da yenik düşer sabaha
Gizlenecek kuytular ararsın;
Bulamazsın...

Ne bir lokma
Ne bir nefes doyurur
Açlığını
Cama vuran
Güneş bile yabancıdır artık...
Evin her köşesinde
Bir mevsim;
Baharı beğenmezsin
Hala gülümserken resmi,
Yastığın kıvrımında
Kış gibidir yokluğu...
Birşeyler fısıldarsın
Onun şarkısıdır...

Nereden çıktı bu rüzgâr
Nereye savruluyor saatler
...
Düşünmesi bile yorar kollarını

Her telefonun çalışında
İpi kopan boncuklar gibi
Dağılır yüreğin
Sonra birer birer toplarsın
Parçalarını,
Ağlamaklı konuşursun arayanlarla...
O’nu düşündükçe
İçini kemirir ıstırap böcekleri
Yeniden alev alır
Küllenen geçmiş
İki uç arasında
Gidip gelir kaderin
......

Ve rüyalar
Tekrar yenik düşer sabaha
Gizlenecek kuytular ararsın,
Bulamazsın...

Aslı - 17-04-2004 / 120

14 Ocak 2008 Pazartesi

Seçtiklerim






Efendim bu suda doğummuş... Ben çok güldüm, sizlerle de paylaşmak istedim :)


Sağ- sol beyin çatışmasının yaşandığı bir örnek... Kelimeleri değil renkleri söyleyin...
Beynimizin sağ bölümü renkleri söylemeye çalışırken sol bölümü kelimeleri söylemekte ısrar edecektir. Kolay gelsin :)


6 Ocak 2008 Pazar

Elimdeki İnciler


“18, 20, 30, 55… Ne zaman başladığını kestiremediğim belli sayılara karşılık gelen yaşları hayal etmek alışkanlığı sadece bana mı özgü acaba?
Yaş 18… Ergen bedenlerin milattan sonrası. Olgunlaşıp özgürleştiğine inanılan kimliklerin herkese ilan edildiği, yıllarca bekletilen yaşanmamışlıkların aceleyle hayata geçirilmeye çalışıldığı dönem. (Bense kendi çapımda o yılı ölümsüzleştirmek için 18 maddelik bir yazı hazırlayıp odamın kapısına asmıştım :) )
Yaş 20... Var olan ve hayal edilenlerle hüzünlü-mutlu, kimi zaman olgun kimi zaman çocukça, bazen durgun bazen anı anına uymadan geçen günler… (Bu sefer elimde onlarca şiir ve 18+2 ilaveli maddeleriyle “hayat” ın bendeki anlamları.)
Ve 2008…
3. sıradaki merakımı öğreneceğim dönem…”

Bu hafta ilkini 18 ikincisini 20. yaşımda yazdığım hayata bakışımı özetleyen maddelerimi sizlerle paylaşmak istedim. Fakat seneler önce kaleme aldığım 20 maddeden oluşan yazımın tamamını bütün aramalarıma rağmen bulamadım. Ki şeytan aldı götürdü esprisindeki “satamadan getirdi” ifadesinin eksikliği içimi fena halde burkmakta şuan. Biraz sonra yazacaklarım ise üniversite arkadaşlarımın hemen hatırlayacağı “ruh aynam” olarak gördüğüm kırmızı ajandamın sayfalarında kayıtlı olan (neyse ki) 20. yıl incilerimdir.
Hayatımda iz bırakmış noktaları ve yeni eklemeleriyle cümleciklerimin devamını bir aksilik olmazsa 30. doğum günümde sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Şimdi huzurlarınızda “kalan sağlar bizim” maddeleri efendim…

***
Hayat uçsuz bucaksız bir yol…
Gelecekse geçmişin doğurup büyüttüğü…
Ki mazisinden ders almayanlar
Nasıl düşünebilir yarınlara ulaşmayı?
Düşünmek adım atmak gibidir, cahillikse felç
Kim büyümüş düşe kalka ayakta durmayı öğrenmeden?

Geceler rüyalarla süslenmiyorsa
Ve pişmanlıklar sarıyorsa dört bir yanımızı
Geç kalışımız bugünleredir;
Ya yarınlar...
Umutla yürümedikçe
Başarı hangi köşe başında karşılamaz ki bizi…

Haykırmak istersen en kalabalık sokaklarda; boşver
Deli bilsin seni anlık insanlar…
Coşmadıkça ne anlamı var “ömür” kelimesinin
Sen, sen oldukça öğretmesini bil ismini
Adın kimliğindir, UNUTMA!

Akıl yaşta değil baştadır derler ya
Bilmişim özgürlüğümü,
Sınır tanımam doğru bildiklerimde…
Hatalarımı gördükçe alırım yaşımı yıllardan, büyürüm…
Son karara hakkın varsa eğer özgürsündür, UNUTMA!

Olduğu gibi kabul edebiliyorsan
Yaşamı ve insanları
En cesuru sensindir âlemin…
Değeri seninle bilinir mutluluğun…
Çekilmezliğin ya tek taraflı konuşmandandır
Ya da hakkın’ savunmadan susmandandır…

Hayat umut ve sevgi üzerine oldukça güzeldir, UNUTMA!

29 Aralık 2007 Cumartesi

2008'e Doğru

Yaklaşık 1,5 ay önce
Bilginin ışığıyla
Karanlıkları aydınlatmak;
Biriktirdiklerimizi paylaşmak
Beraber yeni şeyler keşfetmek için
Kalemimizle evinize, gönlünüze misafir olmaya geldik...
İlginizi üzerimizden eksik etmediğiniz için teşekkür ediyoruz…
Sevdiklerinizle birlikte geçireceğiniz
Sağlık ve huzur dolu nice mutlu yıllar dileriz…

24 Aralık 2007 Pazartesi

Okudukça - 1 Kürk Mantolu Madonna


…Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, “Bu böyle olmayabilirdi!” düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır…(syf: 153)

Çağlar boyu süre gelen, insan neslinin en güçlü ve en zayıf noktalarının birbiriyle savaştığı, galibin de yenilmişin de aslında hep kendisinin olduğu; amaçlar döngüsünde yaşanılan hayatların bir noktada kesişme durumudur AŞK… “O”nun kişilikleri nasıl olgunlaştırdığını, insanı kabuğundan sıyırıp nasıl yeni bir benlik kazandırdığını yalın anlatımla görebileceğiniz bir Sabahattin Ali eseri, Kürk Mantolu Madonna. Kitabın bana göre en önemli özelliği; ilk basımı 1943 yılında yapılmış olan eserin 2005 yılında yayınevinin sadeleştirmeye gitmeden aslına uygun olarak okurlarına ulaştırmasıdır. Olduğu gibi Türkçe, olduğu gibi yaşanılanlar…

…evet, bekledim; hem yalnız sonbahara kadar değil, tam on sene bekledim… Ve bu “güzel” haberi tam on sene sonra öğrendim…(syf: 147)

Herkesin bir Raif tarafı, beklediği bir Maria’sı var mutlaka… Ama kaçımız kabul edebiliyor bunu?

…sonra, bir şey arıyormuş gibi gözlerini yüzümde gezdirerek:
“Berlin’de yalnızsınız değil mi?” dedi.
“Ne gibi?”
“Yani… Yalnız işte… Kimsesiz… Ruhen yalnız… Nasıl söyleyeyim… Öyle bir haliniz var ki…”
“Anlıyorum, anlıyorum… Tamamen yalnızım… Ama Berlin’de değil… Bütün dünyada yalnızım… Küçükten beri…”
“Ben de yalnızım…” dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: “Boğulacak kadar yalnızım…” diye devam etti, “hasta bir köpek kadar yalnız…”(syf: 79)

Ben, bu kitabın satır aralarında kırgınlığınızı, tebessümünüzü, özleminizi, acabalarınızı, yani yarım kalmış aşkınızı bulacağınızı garanti ediyorum… “O”nunla yüzleşmeye hazırsanız eğer, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sını zevkle tavsiye ediyorum efendim…

Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz…

Sabahattin Ali kimdir:
25 Şubat 1907'de Eğridere’de doğan, babasının görevi gereği okul yaşamına çeşitli il ve ilçelerde devam eden Sabahattin Ali, Milli Eğitim Bakanlığı’nın açmış olduğu bir sınavla 2 sene Almanya’da eğitim görmüş, Türkiye’ye döndüğünde almanca öğretmenliği görevinde bulunmuştur. Türk öykücülüğünde “toplumcu gerçekçi” anlayışın ilk örneklerini vermiştir
“Leylim ley”, “Aldırma gönül”, “Ben gene sana vurgunum”, “Dağlardır dağlar” bestelenmiş şiirlerinden bazıları olup kendisi daha çok hikâye ve öykü dalına ağırlık vermiştir.
Şiirleri: Dağlar ve Rüzgâr(1934), Kurbağanın Serenadı ve Öteki Şiirlerle birlikte(1937)
Öyküleri: Kağnı(1936), Değirmen(1935), Ses(1937), Yeni Dünya(1943), Sırça Köşk(1947)
Romanları: Kuyucaklı Yusuf(1937), İçimizdeki Şeytan(1940), Kürk mantolu Madonna(1943)

(Resimler, tiyatrom.com sayfasından kaynak gösterilmiştir.)